"Juliet'e Mektuplar"
filminde görüp aşık olduğum şehir Veronadaydık. Aralık ayının ortasıydı.
Milano'da kar ve buz gibi hava bizi karşılamıştı. Burada ise hava
güneşliydi, insanlar meydandaki cafelerde güzel havanın tadını çıkarıyordu.
Ben hala hayal mi görüyorum diye
düşünüyordum. Çünkü Verona'da olduğuma inanamıyordum. Juliet ve Romeo'nun şehri.
Tesadüfen izlediğim filmde görüp hayran kaldığım şehir... Havası mis gibi aşk ve şiir kokuyordu. Şehri
gezmek için çok heyecanlıydım.
Sabah parkta yaptığımız peynirli,
zeytinli kahvaltının ardından -maddi durumumuz
anca buna yetmişti :)- haritadan gidebileceğimiz yerlere bakıyorduk. Bence bir şehri keşfetmenin en güzel yanı saatlerce
yürümek. Yoruluyordunuz belki ama değiyordu.
Biraz yürüdükten sonra meydanda Arena Di Romano'yu gördük. Arena Klasik Roma
döneminden kalma, büyüleyici bir yapı. Yaz aylarında çeşitli tiyatro ve opera
dinletilerine ev sahipliği yapıyor. Yıllar evvel kim bilir hangi gösterilere, aşklara konu olmuştur. Merdivenlerden en
tepeye çıktığınızda şehrin rengarenk evlerini, insan seslerine karışmış
sokaklarını görebiliyorsunuz.
Bol bol fotoğraf çektikten sonra Arenadan çıktık ve
kendimizi yine sokaklarda bulduk. Tatlı mı tatlı, at arabalarının da geçtiği küçük
bir köprüdeydik. Manzara karşısında büyülenmiştim.
Verona hayal ettiğimden de güzel bir şehirdi. İtalya'nın ikinci büyük nehri olan
Adige nehri karşımdaydı. Tarihte birçok savaşa tanıklık etmiş olan nehir
sessizce akıp gidiyordu. Verona'nın kalbiydi. Geçmişte acılar çekse de, kırılsa
da yaşamaya devam etmişti. Dakikalarca
nehri izledik. Ayrılmak istemiyorduk köprüden.
Ama çok vaktimiz yoktu. Gitmeliydik.
Castelvecchio müzesine geldik
sonra. Müzede genellikle 14. yy.dan kalma heykeller, resimler, minyatürler ve
silahlar vardı. İnsan bir tuhaf hissediyor doğrusu. Geçmişi, yıllar önce yaşanılanları
merak ediyor, hayalinde canlandırıyor. Kendimi bu çağa pek ait
hissetmediğimdendir belki, geçmiş hep ilgimi çekmiştir. Woody Allen'ın
yönetmenliğini yaptığı "Pariste Bir Gece Yarısı" filmini de çok
sevmiştim bu yüzden. Filmin kahramanı da geçmiş dönemde yaşamak istiyordu.
Müzeden çıktığımızda karnımızın baya
acıktığını fark etmiştik. Erbe Meydanı'nda yürürken burnumuza küçük ama tatlı
bir dükkandan mis gibi pizza kokuları gelmişti. Dükkanın içinde devasa
büyüklükte çeşit çeşit pizzalar vardı. Hangi pizzaları yiyeceğimize karar
verdikten sonra yorgun ama mutlu bir şekilde pizzalarımızı beklemeye koyulduk.
Pizzalar o kadar lezzetliydi ki Roma'da bile böyle lezzetli pizzalar
yememiştik.
Erbe Meydanı ışıl ışıldı. Noel de
yaklaştığından her yer süslenmişti. Meydanın ortasında kocaman bir çam ağacı vardı.
Hediyelik eşya satanlar, turistler, kahve içenler... herkes buradaydı sanki. Meydanın
arka sokağında Via Capolla 'da ise daha büyük bir kalabalık vardı. Biraz yürüdükten
sonra Juliet'in evine gelmiştik.
İtalyanca adıyla La Casa Di Giulietta'ya . Juliet'in Romeo'ya seslendiği meşhur
balkonda turistler sırayla fotoğraf çektiriyordu. Bahçede Juliet'in bir de
heykeli bulunuyordu. Heykelin sağ göğsünü ellemenin de uğur getireceğine
inanılıyor. :) Evin duvarı ise
ziyaretçilerin aşk sözcükleriyle dolu. Duvarda boş yer kalmamıştı. Ne
de olsa Verona aşk şehri tabi.
Ne diyor Juliet :
-"Gel,
ey sevecen, kara kaşlı gece. Bana Romeo’mu ver. Öldüğümde, al da küçük
yıldızlara böl onu. Onlar göğü öyle bir süsleyecektir ki. Bütün dünya gönül
verip geceye, tapmayacaktır artık muhteşem güneşe."
Juliet'in evinden çıkıp, son durağımız
olan Teatro Romano'ya gittik. M.Ö 1.yy.dan kalma tiyatronun enfes manzarası
karşısında bir kez daha büyülenmiştik. Adige nehri yine tüm ihtişamıyla bize
bakıyordu. Yaz aylarında olsaydık burada bir konser izleme şansımız da olurdu
belki. Vakit nasıl geçti anlamadık. Verona'ya veda etmenin vakti gelmişti. Bir
sürü güzel anı biriktirmiş olmanın keyfiyle tren istasyonuna gitmiştik. Umarım yolumuz bir daha kesişir büyüleyici şehir Verona :)