"Düşündüm de, insan kendi yaşamının yağmurlarında ıslanma fırsatını kaçırmamalı." -Charles Bukowski-

30 Eylül 2018 Pazar

Bir küçük HAMSİKÖY gezisi...


Karadeniz turunun ikinci gününde sütlacıyla meşhur Hamsiköy’e gittim. Genelde ilk defa gideceğim yerleri çoğu insan gibi önceden araştırırım. Hamsiköy’e de instagramdan bakmış, insanların nerede nasıl fotoğraflar çektiklerine bir göz atmıştım. Fotoğrafların güzelliğini görünce daha da heyecanlandım ama bir yerin havasını solumak, o yeri hissetmek  fotoğraflarına bakmaktan çok daha güzel.

Fotoğraflarından anladığım kadarıyla Hamsiköy yeşilin bin bir tonunu içinde barındıran tatlı mı tatlı minik bir köydü.  Gidiş yolu ise dar ve virajlı olduğundan bir hayli yorucuydu. Hatta yol öyle bir hal almaya başlamıştı ki umarım yiyeceğim sütlaç bu yola değer demeye başladım. Ama ne olursa olsun yolda olmak güzeldi. Bir nevi kendi içime de yaptığım bir yolculuktu. Sonuçta insan nereye giderse gitsin kendinden bir adım öteye gidemiyor. Kulaklığımı taktım. İmera'nın hüzünlü Karadeniz şarkıları eşliğinde yolu izlemeye koyuldum. Gördüğüm her manzara karşısında daha da büyüleniyor, şaşkınlıkla karışık merakla etrafı izliyordum. Sanki bulutlar yeryüzüne inmişti. Elimi camdan dışarıya uzatabilsem bulutlarla tokalaşacaktım. Otobüs gökyüzüne doğru yol alıyordu. O an gerçekten de bulutların üzerinde uçabilmeyi onlarla dans edebilmeyi çok istedim. Bu hayaller eşliğinde dışarıyı seyrederken sonunda Hamsiköy tabelasını gördüm. Az kalmıştı.

Nihayet otobüsten inebildiğimde rengarenk kocaman bir papağanla göz göze geldim. Kendisiyle biraz hasbihal ettikten ve verdiği cevapLara bolca güldükten sonra yıllardır Hamsiköyde sütlaç işiyle uğraşan Osman abinin sütlacını yemek için beklemeye koyuldum. Bu sırada hava da biraz soğumuştu. Sütlacın tadı gerçekten lezzetliydi. Aslında buradaki sütlaçlar eskiden saf manda sütüyle yapılıyormuş ancak günümüzde burada çok manda kalmadığından inek sütüyle yapılmaya başlamış. Sütlacın ardından mis gibi dumanı tüten  Karadeniz çayını da içtim artık etrafı keşfedebilir, fotoğraf çekebilirdim. Oturduğum yerden kalktım ve biraz yürüdükten sonra başımı sağa doğru çevirdim. Gördüğüm manzara inanılmazdı. Yaşadığımı ve ne kadar az şükrettiğimi hissettirdi bana. Herşey nasıl da birer mucizeydi Yaradan nasıl da güzel yaratmıştı. Ağaçlar bulutları misafirliğe kabul etmiş, karşılıklı sohbet muhabbet eşliğinde çay içiyorlardı sanki. Bol bol fotoğraf çektim ve eşsiz manzaranın tadını çıkardım. Derin bir nefes aldım ve gülümsedim. Keşke hep yollarda olsam…



7 Eylül 2018 Cuma

Şükrü Erbaş'dan...

Her şeyi iyi yanından görmeyi kim öğretti bize? Acıyı 
görmeyen insan, umutsuzluğu yaşamayan, iliklerine dek 
kederin işleyip yaralamadığı bir insan, mutluluktan, 
umuttan, sevinçten ne anlar? Göğü görmeden, denizi gör-
meden maviyi anlamaya benzemez mi bu? Bir güz dü-
şünün ki Ömür hanım, ilkyazı olmamış, yazı yaşanmamış, 
böyle bir güzün hüznü hüzün müdür? Başlamanın bir 
anlamı varsa bitişi göze almak, bitişin bir anlamı varsa 
başlangıcı olmak değil midir? Yaşamı düz bir çizgide tut-
mak tükenmektir. Yaşamak zorunda olduğumuz şunca yılı 
aykırı uçlar arasında gezdirip geçirmedikçe, alışkanlıkların 
sınırlarını aşmadıkça zaman zaman, yaşamak nasıl yenilik 
olur tükenmek değil de?