"Düşündüm de, insan kendi yaşamının yağmurlarında ıslanma fırsatını kaçırmamalı." -Charles Bukowski-

28 Ocak 2016 Perşembe

Yakamoz...

Ev kuşuyduk biz. Radyo dinlerdik, çay içip bisküvi yerdik, bu da yetmezdi bisküvimizi çaya batırırdık. Gülüşümüzün bütün dişleri tamamdı da gençliğimizin üç dişi eksikti. Barış Bıçakçı

Kalınmazdı.

Ve sabır Olmasaydı Yeryüzünde Bir gün Kalınabilir miydi ?

19 Ocak 2016 Salı

Belki kafeyi değil de ...

Zaragoza'da yaşarken,  özellikle öğleden sonralarını iple çekerdim. Bir güzel giyinir, süslenir, İspanyolca kitaplarımı da alır o çok sevdiğim kafeye giderdim. Genellikle aynı masaya otururdum. Kafe mis gibi kahve ve tatlı kokardı. Bazen canım çekerdi kakaolu kek yerdim. Sütlü kahvemi de söyler ( artık ben söylemeden anlıyor ve un cafe con leche? diyorlardı.) sandalyeme kurulurdum. Yalnızlığı orada daha çok sevdim . Yaşadığım anın tadını çıkarırdım. Dersleri, sınavları, aşkı, işi gücü düşünmez, İspanyolca şarkılar dinler hayaller kurardım . Kafeye girip çıkanları izler,  konuşmalarını anlamaya çalışırdım.  Hemen iki masa önümde  Araplar olurdu. Bazen yüksek sesle konuşurlardı  ama o bile rahatsız etmezdi beni. Ne zaman gitsem oradalardı. Yaklaşık 5-6 kişiydiler. Çalışmıyorlardı heralde. Bir tanesi her gün aynı yerinde şarabını içerdi. Bazen yan gözle okuduğum kitaplara bakarlardı. Onlar da  bu kız neden hep burada. Ne okuyor acaba demişlerdir büyük ihtimalle. Çünkü en son bir tanesi gelip benimle konuşmuştu ama iki gün sonra Türkiye'ye dönmüş, onlar için gizemli kız olmuştum. :) Neyse sözün kısası bir kafeyi özleyeceğim hiç aklıma gelmezdi. Ama ben çok özlüyorum orayı. Belki kafeyi değil de bana yaşattığı huzuru özlüyorumdur.

17 Ocak 2016 Pazar

Esra Köse'den...

Ben daima kenarda kıyıda olmak istedim. Ortasında olmadım hayatın. Birinin arkasından yürür gibi yaşadım hep. En önde değil. İkinci üçüncü sırada olmayı sevdim. Korktuğumdan değil. Buna mahkum edildiğimden değil. Beni ortaya itenlere rağmen ben geride durmayı sevdim. Ben istedim bunu. Evlenmek anne olmak istemedim hiç. Ben her zaman bu dünyaya teyze olmak için gelmişim gibi hissettim. Senden harika bir öğretmen olur dediler. Bense bildiklerimi dahi ara sıra söylerim. Söylemezsem yanlışın ortağı olacakmış gibi hissettiğimde,içim içime sığmadığında.. Ben böyle biriyim. Fazlasını istemedim. Arka sırada oturmak yetti bana. Hayal ettiğim istediğim mutlu olduğum yer burası. 

4 Ocak 2016 Pazartesi

Cunda Adası



Her Balıkesir'e gidişimde mutlaka Ayvalığa uğrarım. Cunda Adası'na ise en son ilkokuldayken, sınıf gezisi ile gitmiştim. Ah bilemedim ki neden bu kadar zamandır gitmedim. Ne büyük pişmanlık. Ama bu hasret iki gün önce sona erdi. Hava buz gibi değildi. Cunda'ya gitmek istiyorum diye tutturdum. Kimse gelmeseydi de tek başıma gidecektim zaten. Annem, teyzem ve iki arkadaşı ile atladık arabaya ve soluğu Cunda'da aldık. Ben bi heyecanlandım tabii. Yaklaşık yarım saat sonra Cundadaydık.  Hava mis gibi deniz ve balık kokuyordu.                                                                          

Sahilde onlarca kedi balıkçı teknelerinin önünde dizilmiş, balık yemeyi bekliyorlardı. Çok kalabalık değildi, sessizdi,sakindi. İşte 'Huzur' bu demekti. Aylarca aradığım, zaman zaman yakaladığım ama yine kaybettiğim şey. İnanılmaz mutluydum. Artık Cunda'yı keşif vaktiydi. Hediyelik eşya satıcılarının arasından ilerleyerek (tabi dükkanlara girildi, hediyeler alındı) dar sokaklarda bulduk kendimizi. Birbirinden güzel, kim bilir hangi yaşanmışlıklara tanık olmuş Rum evleri, şimdi artık müzeye dönüşmüş olan Taksiyarhis kilisesi, rengarenk kapılara sahip olan mekanlar, metruk evler tam karşımızda duruyordu.
 Başladık yürümeye. En çok da böyle sokaklarda yürümeyi seviyorum işte ben. Bana tarihi, geçmişi, yaşanmışlıkları anımsatan sokaklarda.  Bir yandan da fotoğraf çektim durdum tabi. Yürüdük, yürüdük. Sonra tepede bir değirmen gördük.  Ama geriye sadece değirmenin temel taşları kalmış.  Değirmen'in hemen yanında ise Sevim ve Necdet Kent kitaplığı vardı. Bilgi için http://www.rmk-museum.org.tr/cunda/ sitesi'ne  bir göz atabilirsiniz. Manzara o kadar güzel ki insanın büyülenmemesi imkansız. 
Kitaplık gezildi, manzarada fotoğraflar çekinildi. Artık aşağıya inmenin vakti gelmişti. Ne de olsa hava biraz soğumaya başlamıştı. Çok duramadık haliyle. Mis gibi taş fırın ekmeği kokan bir sokakta minicik, tatlı bir fırın vardı. Simit alalım dedik ama simit yokmuş. Fırıncı bize taptaze sıcacık bir ekmek verdi. Ekmek bir güzel paylaşıldı, afiyetle yendi.  Abartmıyorum hayatımda yediğim en güzel ekmekti. Sonra merkeze geldik. Meşhur  Taş Kahve'den çay içmemek olmazdı. Taş Kahve'nin duvarları sarımsak taşından yapılmış ve rengarenk camlı büyük pencereleri vardı. İçerisi kalabalıktı ve sıcacıktı. Kahve'nin tam ortasında soba yanıyordu. Sıcacık çaylar içildi. Tarçınlı elmalı kurabiyeler de yendi. Dönüş vakti gelmişti...







3 Ocak 2016 Pazar

Ah İstanbul...


 Yaklaşık bir buçuk yıldır İstanbuldayım. İyisiyle kötüsüyle birçok anım oldu bu şehirde.Hayalini bile kuramayacağım bir yerde çalıştım, Güzel insanlarla tanıştım. Ama hep özledim. Arkamda bıraktığım şehri, dostlarımı,sokakları, tanıdığım kitapçıları özledim.  Bir türlü sevemedim, ısınamadım bu şehre. Kalabalığı çok sevmeyen ben insanların içinde yalnız hissettim. Ne Kız kulesi ne Galata ne de  Boğaz güzel görünüyor gözüme. Bazen haftalar oluyor denizi görmüyorum. Sokaklarında yürürken, bir cafede otururken bir tanıdığa rastlaşırım da halini hatırını sorarım umudu bile yok içimde. Çok şehir değiştirdim küçüklüğümde. Hep alıştım yenisine. Alışmak zorundaydım ama bu sefer alışamadım işte...