"Düşündüm de, insan kendi yaşamının yağmurlarında ıslanma fırsatını kaçırmamalı." -Charles Bukowski-

10 Aralık 2016 Cumartesi

Yirmi altı yaşına basmış biri olmanın anlamı nedir insan hayatında?

Tarık Tufan'ın "Ve Sen Kuş Olur Gidersin" adlı romanını okudum geçenlerde. Şu paragrafı ise bilmem kaçıncı kez okudum. Altını çizdim güzelce.

“Yirmi altı yaşına basmış biri olmanın anlamı nedir insan hayatında? Henüz çok gençsin yaşamaya bak mıdır? Artık yetişkin bir insan oldun yaşamına bir düzen ver midir? Bu yaşlar insanın en güzel yaşları mıdır? En güzel çağlar sona erdi midir? Ah ben şimdi o yaşta olacaktım! mıdır? Her neyse işte o yaştaydım. Üniversiteyi bitirmiş, hayata biraz daha donanımlı başlama fırsatı yakalamış (bundan hiçbir zaman emin olamadım) iyi bir iş sahibi olmuş bir gençtim işte.” 

 İnsan bu paragrafın üstüne yutkunamıyor.


7 Aralık 2016 Çarşamba

Bazen.


Geri alınamayacak kadar yanlış bir şey söylemiş gibi hissediyorum bazen kendimi. Kimsenin ölmediği bir cinayet işlemiş gibi. Hiç uğramamam gereken bir limana uğramış, çalmamam gereken bir kapıyı çalmış ya da ne bileyim, atlayıp geçmem gereken bir pazartesinin üstüne basmış gibi mesela. 
-Gökhan Özcan-

22 Kasım 2016 Salı

Paulo Coelho'dan...


Kendi arzuladığımız kişi değiliz. Toplumun talep ettiği kişiyiz. Anne babamızın istediği kişiyiz. Kimseyi hayal kırıklığına uğratmak istemeyiz, sevilmeye çok ihtiyacımız vardır. İşte bu yüzden en iyi yönlerimizi bastırırız. Rüyalarımızın ışığı olarak gördüğümüz şey yavaş yavaş kabuslarımızın canavarına dönüşür. Gerçekleştirmediğimiz şeyler, yaşamadığımız olasılıklardır bunlar.

5 Kasım 2016 Cumartesi

Aşkı bilmiyorum...

Aşkı bilmiyorum.
Kimi zaman tanımlanması en zor şey gibi geliyor, kimi zaman avuçlarımın içinde yakalıyorum onu. Kimi zaman dünyadaki bütün acıları unutturur diyenlere katılıyorum, kimi zaman dünyanın bütün acılarına denktir diyenlere...
Yüzlercesini okudum kitaplarda ama aşkı bilmiyorum.
-Gökhan özcan-

27 Ekim 2016 Perşembe

Kendini bulmak zormuş...


"Bin nedametle nihayet anladık ki;

dünyada belki her şeyi bulmak kolay,

kendini bulmak zormuş."

16 Ekim 2016 Pazar

Bitmek bilmeyen uzun bir bekleyiş hali içindeyiz hepimiz


"Umutla olanın artık olmamasını, olmayanın olmasını bekleyenler var. Aş bekleyenler, iş bekleyenler, kısmet bekleyenler var. Şifasını, devasını bekleyenler var. Bin bir endişe ile akıbetini bekleyenler var. Mezuniyet bekleyenler, karne bekleyenler, emeklilik bekleyenler var. Borcunun bitişini, huzurun gelişini bekleyenler var. Baharı, yazı bekleyenler, mevsimi mevsime ekleyenler var. Eşini, evladını, ahbabını bekleyenler var. Sanki yirmi dört saat bir durakta otobüsün gelmesini bekleyenler var. Kapıların açılmasını, bahtının açılmasını, ufkunun açılmasını bekleyenler var. Sabahı bekleyenler, akşamı bekleyenler var. Bitmek bilmeyen uzun bir bekleyiş hali içindeyiz hepimiz. Biz böyle bekleyedururken şimdiki zaman ayaklarının ucuna basarak gelip geçiyor içimizden." -Gökhan Özcan

6 Ekim 2016 Perşembe

Ne zor savaş !


Yıllar geçtikçe kendi kendimi terk ettim. Başka bir insan, anne babamın olmamı istedikleri gibi biri olabilmek için ta içimdeki şeyi terk ettim. Kişiliğimi bıraktım, bir karakter edindim. Karakter, sen de bunu yaşayacaksın, dünyada kişilikten daha çok değer verilen bir şeydir. Bir karakter rolünü oynayabilmek için kişiliğimi terk etmemin kolay olduğunu sanma. Derinlerde bir yerde isyan etmeyi sürdürüyordum, bir yanım kendim olmayı sürdürmek istiyordu, öte yanımsa sevilebilmek için dünyanın gerektirdiği kurallara uyum sağlamak istiyordu. Ne zor savaş!   Susanna Tamaro

3 Eylül 2016 Cumartesi

Kimim ben ?


Dizlerinin üzerine çöküp, ‘kimim ben?’ diye fısıldadı. 
Tanımadığım daha kaç kişi var içimde yaşayan? 
-Elif Şafak

27 Ağustos 2016 Cumartesi

En iyi bildiğim iştir yalnız kalmak...

"en iyi bildiğim iştir yalnız kalmak.
İnsanlarla temas ya beni incitiyor ya onları.
iflah olmaz bir uyumsuzum. "

21 Ağustos 2016 Pazar

Ben Virginia Woolf olurdum.

"ben milena olamazdım.
Vera
Annabelle
Tomris.
ve nice adına satırlar okunan, şiirler yazılan o güzel, zarif, ince ruhlu kadınlar.
ben virginia woolf olurdum, iyileşemeyeceğine inanan, kendini bir nehre bırakıp, sonsuzluğa ulaşan, o mutsuz, dalgaların götürdüğü kadın olurdum.
yalnızca."

9 Ağustos 2016 Salı

İnsan, bastırdığı duygunun esiri olur...


Acını yaşa 
Öfkeni de yaşa
Ve seyret
Kendini sakın bastırma
Öyle su üste akan yaprağa bakar gibi bak
Uzanıp onu almaya kalkışma
Kendini suçlama , başkalarını da suçlama
Olacak olandan kaçınamazsın
O yüzden hiç bastırma kendini
Baskılama
Çünkü insan , bastırdığı duygunun esiri olur.

Cahit Zarifoğlu

24 Temmuz 2016 Pazar

Çok uzaklara gitmek en iyisi...

Müthiş sıkılıyorum. Daha kötüsü, insanlardan soğuyorum galiba… Oysa ben onlarsız, onlara güvenmeden edemem. Ama elimden ne gelir. Sevgiden, yakınlıktan, insanca davranmaktan anlayanlar o kadar az ki… Büsbütün kabalaşmaktansa, uzaklara gitmek daha iyi.
Edip Cansever

18 Haziran 2016 Cumartesi

Romeo ve Juliet'in Şehri :" VERONA"


"Juliet'e Mektuplar" filminde görüp aşık olduğum şehir Veronadaydık. Aralık ayının ortasıydı. Milano'da kar ve buz gibi hava bizi karşılamıştı. Burada ise hava güneşliydi, insanlar meydandaki cafelerde güzel havanın tadını çıkarıyordu.



Ben hala hayal mi görüyorum diye düşünüyordum. Çünkü Verona'da olduğuma inanamıyordum. Juliet ve Romeo'nun şehri. Tesadüfen izlediğim filmde görüp hayran kaldığım şehir...  Havası mis gibi aşk ve şiir kokuyordu. Şehri gezmek için çok heyecanlıydım.

Sabah parkta yaptığımız peynirli, zeytinli kahvaltının ardından  -maddi durumumuz anca buna yetmişti :)- haritadan gidebileceğimiz yerlere bakıyorduk. Bence bir  şehri keşfetmenin en güzel yanı saatlerce yürümek.  Yoruluyordunuz belki ama değiyordu. Biraz yürüdükten sonra meydanda Arena Di Romano'yu gördük. Arena Klasik Roma döneminden kalma, büyüleyici bir yapı. Yaz aylarında çeşitli tiyatro ve opera dinletilerine ev sahipliği yapıyor. Yıllar evvel kim bilir hangi gösterilere,  aşklara konu olmuştur. Merdivenlerden en tepeye çıktığınızda şehrin rengarenk evlerini, insan seslerine karışmış sokaklarını görebiliyorsunuz.

 Bol bol fotoğraf çektikten sonra Arenadan çıktık ve kendimizi yine sokaklarda bulduk. Tatlı mı tatlı, at arabalarının da geçtiği küçük bir köprüdeydik. Manzara karşısında  büyülenmiştim. Verona hayal ettiğimden de güzel bir şehirdi. İtalya'nın ikinci büyük nehri olan Adige nehri karşımdaydı. Tarihte birçok savaşa tanıklık etmiş olan nehir sessizce akıp gidiyordu. Verona'nın kalbiydi. Geçmişte acılar çekse de, kırılsa da  yaşamaya devam etmişti. Dakikalarca nehri izledik. Ayrılmak istemiyorduk köprüden.  Ama çok vaktimiz yoktu. Gitmeliydik.

Castelvecchio müzesine geldik sonra. Müzede genellikle 14. yy.dan kalma heykeller, resimler, minyatürler ve silahlar vardı. İnsan bir tuhaf hissediyor doğrusu. Geçmişi, yıllar önce yaşanılanları merak ediyor, hayalinde canlandırıyor. Kendimi bu çağa pek ait hissetmediğimdendir belki, geçmiş hep ilgimi çekmiştir. Woody Allen'ın yönetmenliğini yaptığı "Pariste Bir Gece Yarısı" filmini de çok sevmiştim bu yüzden. Filmin kahramanı da geçmiş dönemde yaşamak istiyordu.

Müzeden çıktığımızda karnımızın baya acıktığını fark etmiştik. Erbe Meydanı'nda yürürken burnumuza küçük ama tatlı bir dükkandan mis gibi pizza kokuları gelmişti. Dükkanın içinde devasa büyüklükte çeşit çeşit pizzalar vardı. Hangi pizzaları yiyeceğimize karar verdikten sonra yorgun ama mutlu bir şekilde pizzalarımızı beklemeye koyulduk. Pizzalar o kadar lezzetliydi ki Roma'da bile böyle lezzetli pizzalar yememiştik.


Erbe Meydanı ışıl ışıldı. Noel de yaklaştığından her yer süslenmişti. Meydanın ortasında kocaman bir çam ağacı vardı. Hediyelik eşya satanlar, turistler, kahve içenler... herkes buradaydı sanki. Meydanın arka sokağında Via Capolla 'da ise daha büyük bir kalabalık vardı. Biraz yürüdükten sonra  Juliet'in evine gelmiştik. İtalyanca adıyla La Casa Di Giulietta'ya . Juliet'in Romeo'ya seslendiği meşhur balkonda turistler sırayla fotoğraf çektiriyordu. Bahçede Juliet'in bir de heykeli bulunuyordu. Heykelin sağ göğsünü ellemenin de uğur getireceğine inanılıyor. :)  Evin duvarı ise ziyaretçilerin aşk sözcükleriyle dolu. Duvarda boş yer kalmamıştı. Ne de olsa Verona aşk şehri tabi. 

Ne diyor Juliet :

-"Gel, ey sevecen, kara kaşlı gece. Bana Romeo’mu ver. Öldüğümde, al da küçük yıldızlara böl onu. Onlar göğü öyle bir süsleyecektir ki. Bütün dünya gönül verip geceye, tapmayacaktır artık muhteşem güneşe."



Juliet'in evinden çıkıp, son durağımız olan Teatro Romano'ya gittik. M.Ö 1.yy.dan kalma tiyatronun enfes manzarası karşısında bir kez daha büyülenmiştik. Adige nehri yine tüm ihtişamıyla bize bakıyordu. Yaz aylarında olsaydık burada bir konser izleme şansımız da olurdu belki. Vakit nasıl geçti anlamadık. Verona'ya veda etmenin vakti gelmişti. Bir sürü güzel anı biriktirmiş olmanın keyfiyle tren istasyonuna gitmiştik. Umarım yolumuz bir daha kesişir büyüleyici şehir Verona :)

16 Haziran 2016 Perşembe

Kimseler Görmedi Ömür Hanım...


"Gökyüzünü öpmek isterdim Ömür hanım, gözlerimle değil dudaklarımla. Yoruldum bulutları kirpiklerimde taşımaktan. Delilik mi dedin? Kim bilir...Belki de yerde sürünmenin bir tepkisidir bu, ya da ne bileyim bilinçsiz bir aykırı olmak duygusu. Gökyüzü de olmak isteyebilirdim değil mi? Kim ne diyebilir ki? Kimseler görmedi Ömür hanım, bu dünyadan ben geçtim."


21 Mayıs 2016 Cumartesi

Naifim ben. Bana bulaşmayın.



"Kavga etmeyi bilmiyorum. Gereksiz olan şeylere karşı bir isteksizlik, boş gördüğüm anlara ve işlere karşı bir tepkisizlik ile doluyum. Umrumda mı değil,yoksa umrumda ama söylesem de bir şeyler yapsam da faydası olmadığından mı bilmiyorum. Kavga etmiyorum. Küçüklüğümden beri gittiğim hiçbir okulda,hiçbir yaşta, hiç kimseyle kavga etmedim. Gerekli gördüğüm anlarda laf bile sokmam. Altından kalkamaz diye değil. Laf sokulunca açılan boşlukta dans eden tipler var. Buna katlanamam. Naifim ben. Bana bulaşmayın. " 

Esra Köse.

19 Mayıs 2016 Perşembe

Ali Lidar'dan..


"Otoban dolusu gürültüyü sıkıştırıp beynime
anne dedim, hadi çay koy da içelim.."

13 Mayıs 2016 Cuma

Robin Sharma'dan...

Kendi hayat yolculuğumu düşündüm, çocukluğumda karşılaştığım zorlukları, o yolculuk boyunca nerelerde tökezlediğimi; peş peşe başarısız ilişkilerimi; ne kadar uğraşırsam uğraşayım bana, benim kimliğime uyacak bir işi bir türlü bulamamış oluşumu. Belki de hayatımın bütün bu kusurları gerçekten mükemmeldi; her şey tam gerektiği gibi açılıyordu belki önümde; belki benim bir türlü göremediğim daha büyük bir plan vardı. Belki insan olarak bütün kusurlarım, yalnızca gelişmem için fırsatlardı. Bu düşünceler beni rahatlattı, içime bir anda huzur dolmasına neden oldu.

29 Nisan 2016 Cuma

İnci Aral'dan...

Boyumu aşan büyük hayaller kurdum. Sonra acı bir biçimde anladım ki benim yaşadığım süre içinde bunların gerçekleşme ihtimali yok. Dünya acımasız. Pek çok insan ancak bencillik ve canavarlıkla kendini güvence altına alabiliyor. Merhametli,onurlu ve uysal olanlarsa her zaman eziliyor. Ben kusursuz doğmadım, acemi ve sakardım. İyi bir insan olmaya, vicdanımı temiz tutmaya çabalarken kırıldım. Hayat çok ince çok kırılgan.

20 Nisan 2016 Çarşamba

6 Nisan 2016 Çarşamba

Mesleğimiz hüzündür bizim...


Mesleğimiz hüzündür bizim. Şu dünyada hüzünlü bir bahtiyarız. Dünyalıların güftugûsu, yok hükmündedir! ‘Hüzündiyar sokakları'ndan şöyle bir bakar da, ‘Başınızı yesin dünyanız' der, geçeriz.

26 Mart 2016 Cumartesi

Yüreğim bavulunu toplamış çoktan...


‘Bahar bulaştı ya hayata, ağaca, suya,
içimde öyle bir seyahat kımıldıyor ki, diren direnebilirsen.
Yüreğim bavulunu toplamış çoktan;
ruhum sırtlamış çantasını.
“Uzaklar” çekiyor…’

12 Mart 2016 Cumartesi

Geçelim...

Sevgiyi sadece erkeğin kadını, kadının erkeği sevmesi olarak bilen ve anlayan insanlar,yanlış biliyorlar,yanlış anlıyorlar,yanlış yaşıyorlar. Ağacı sevmeyen, denizi sevmeyen, gökyüzünü, yıldızları ,yağmuru sevmeyen, yürümeyi, uçmayı, koşmayı, kelimeleri,hayatı sevmeyen biri, kendini sevmeyen biri bir başkasını nasıl sevebilir? Çok dar bir düşünce bu. Çok at gözlüğü, çok çok çok... Geçelim. Esra Köse

7 Mart 2016 Pazartesi

Ben Böyle İyiyim.

"Suskun sanıyorlar beni; değilim.Anlaşılmadığım ve anlamadığım bir dünyada kelimelere küsüm sadece.Yalnız sanıyorlar beni; değilim. Kimsenin kalabalığı olmadım ve kimseyi de kalabalık edemem bundan sonra dünyamda, bu da benim tercihim. Güvensiz sanıyorlar beni; değilim. Sadece kendi içimde kendime göre bir dengem var ve bir daha kırılırsam toparlanamama endişesi taşıyor yüreğim. Bu yüzden şimdilik sadece kendime güveniyorum. Anlamakta zorlandığım bir dünyada,anlaşılmayı zaten beklemiyorum. Ben böyle iyiyim." Uğur Gökbulut

3 Mart 2016 Perşembe



“Güzel şeyler de var bu hayatta, siz bir ağaca 
bakınca ne görüyorsunuz bilmiyorum ama ben 
vefa görüyorum, gülümseyişler, çoğalışlar, 
güvenişler, toprakla can arasinda uzayıp giden 
bir köprü görüyorum örneğin, bu hayatta güzel 
şeyler oluyor, sizin göremediğiniz zamanlarda
ben hafızama kaydediyorum tüm olup biteni.
reddettiklerinize bakınca ne çok şey kaçırdığınıza 
hayıflanıyorum sizin için. yanılgılar bize neler 
öğretiyor anlatamam, ama ödünç aldığımız 
zamanlardan çalmayı hiç istemem, hatta ben 
ödünç şeyleri hiç sevmem, belki bu yüzden 
sevdiğim hiçbir şey benim olsun istemedim. 
sahip olmak gibi tutkular edinmedim. ben
kendimi bile sahiplenemem. güneşi, yıldızları,
kuşları, çiçekleri… hatta sevinçlerimi koy bir 
tarafa, acılarımı bile sahiplenemem ben. bu 
yüzden sevdiklerim uzağımda kaldıkça onları 
daha çok sevebileceğime inandım hayatım 
boyunca, şimdi sevmenin ne zor olduğunu ve 
hayatımı bu zorluklar uğruna feda ettiğimi 
görüyorum, ben dünyaya yanlışlıkla gelmedim 
ama yaşamayı doğru yerden anlamadığıma 
eminim, şimdi soruyorum bu kadar güzelliğin 
arasinda bu biçimsiz kınklıkğımı nereye 
bırakayım. bu hayatta çok güzel şeyler oluyor. 
ve hiçbiri bana benzemiyor.. “ 

27 Şubat 2016 Cumartesi

Orhan Pamuk'tan...

Cebinizde, çantanızda bir kitap taşımak; özellikle mutsuzluk zamanlarınızda sizi mutlu edecek bir öteki dünya taşımak demektir.

25 Şubat 2016 Perşembe

Benim hüzünlü Tumblr'ım :)  http://cbukowskisever.tumblr.com/ 

24 Şubat 2016 Çarşamba

Oğuz Atay'dan...


Çok konuşuyorum kendimle bugünlerde. Ne yapayım? Başkalarının sohbetinden hoşlanmaz oldum.”

20 Şubat 2016 Cumartesi

...

"Bizi sürekli gergin, yorgun ve memnuniyetsiz kılan, geçici duygular için verilen sürekli uğraştır." - Yuval Noah Harari

18 Şubat 2016 Perşembe

Cahit Zarifoğlu'dan...

Ya bir de umut olmasa...Evet,umut var içimde bunun hep aksini söyleyen korkuya rağmen var.

11 Şubat 2016 Perşembe

...

’‘Kısacık yoğun bir akşam şaşırdım hüznümü nerelere bıraksam’’

28 Ocak 2016 Perşembe

Yakamoz...

Ev kuşuyduk biz. Radyo dinlerdik, çay içip bisküvi yerdik, bu da yetmezdi bisküvimizi çaya batırırdık. Gülüşümüzün bütün dişleri tamamdı da gençliğimizin üç dişi eksikti. Barış Bıçakçı

Kalınmazdı.

Ve sabır Olmasaydı Yeryüzünde Bir gün Kalınabilir miydi ?

19 Ocak 2016 Salı

Belki kafeyi değil de ...

Zaragoza'da yaşarken,  özellikle öğleden sonralarını iple çekerdim. Bir güzel giyinir, süslenir, İspanyolca kitaplarımı da alır o çok sevdiğim kafeye giderdim. Genellikle aynı masaya otururdum. Kafe mis gibi kahve ve tatlı kokardı. Bazen canım çekerdi kakaolu kek yerdim. Sütlü kahvemi de söyler ( artık ben söylemeden anlıyor ve un cafe con leche? diyorlardı.) sandalyeme kurulurdum. Yalnızlığı orada daha çok sevdim . Yaşadığım anın tadını çıkarırdım. Dersleri, sınavları, aşkı, işi gücü düşünmez, İspanyolca şarkılar dinler hayaller kurardım . Kafeye girip çıkanları izler,  konuşmalarını anlamaya çalışırdım.  Hemen iki masa önümde  Araplar olurdu. Bazen yüksek sesle konuşurlardı  ama o bile rahatsız etmezdi beni. Ne zaman gitsem oradalardı. Yaklaşık 5-6 kişiydiler. Çalışmıyorlardı heralde. Bir tanesi her gün aynı yerinde şarabını içerdi. Bazen yan gözle okuduğum kitaplara bakarlardı. Onlar da  bu kız neden hep burada. Ne okuyor acaba demişlerdir büyük ihtimalle. Çünkü en son bir tanesi gelip benimle konuşmuştu ama iki gün sonra Türkiye'ye dönmüş, onlar için gizemli kız olmuştum. :) Neyse sözün kısası bir kafeyi özleyeceğim hiç aklıma gelmezdi. Ama ben çok özlüyorum orayı. Belki kafeyi değil de bana yaşattığı huzuru özlüyorumdur.

17 Ocak 2016 Pazar

Esra Köse'den...

Ben daima kenarda kıyıda olmak istedim. Ortasında olmadım hayatın. Birinin arkasından yürür gibi yaşadım hep. En önde değil. İkinci üçüncü sırada olmayı sevdim. Korktuğumdan değil. Buna mahkum edildiğimden değil. Beni ortaya itenlere rağmen ben geride durmayı sevdim. Ben istedim bunu. Evlenmek anne olmak istemedim hiç. Ben her zaman bu dünyaya teyze olmak için gelmişim gibi hissettim. Senden harika bir öğretmen olur dediler. Bense bildiklerimi dahi ara sıra söylerim. Söylemezsem yanlışın ortağı olacakmış gibi hissettiğimde,içim içime sığmadığında.. Ben böyle biriyim. Fazlasını istemedim. Arka sırada oturmak yetti bana. Hayal ettiğim istediğim mutlu olduğum yer burası. 

4 Ocak 2016 Pazartesi

Cunda Adası



Her Balıkesir'e gidişimde mutlaka Ayvalığa uğrarım. Cunda Adası'na ise en son ilkokuldayken, sınıf gezisi ile gitmiştim. Ah bilemedim ki neden bu kadar zamandır gitmedim. Ne büyük pişmanlık. Ama bu hasret iki gün önce sona erdi. Hava buz gibi değildi. Cunda'ya gitmek istiyorum diye tutturdum. Kimse gelmeseydi de tek başıma gidecektim zaten. Annem, teyzem ve iki arkadaşı ile atladık arabaya ve soluğu Cunda'da aldık. Ben bi heyecanlandım tabii. Yaklaşık yarım saat sonra Cundadaydık.  Hava mis gibi deniz ve balık kokuyordu.                                                                          

Sahilde onlarca kedi balıkçı teknelerinin önünde dizilmiş, balık yemeyi bekliyorlardı. Çok kalabalık değildi, sessizdi,sakindi. İşte 'Huzur' bu demekti. Aylarca aradığım, zaman zaman yakaladığım ama yine kaybettiğim şey. İnanılmaz mutluydum. Artık Cunda'yı keşif vaktiydi. Hediyelik eşya satıcılarının arasından ilerleyerek (tabi dükkanlara girildi, hediyeler alındı) dar sokaklarda bulduk kendimizi. Birbirinden güzel, kim bilir hangi yaşanmışlıklara tanık olmuş Rum evleri, şimdi artık müzeye dönüşmüş olan Taksiyarhis kilisesi, rengarenk kapılara sahip olan mekanlar, metruk evler tam karşımızda duruyordu.
 Başladık yürümeye. En çok da böyle sokaklarda yürümeyi seviyorum işte ben. Bana tarihi, geçmişi, yaşanmışlıkları anımsatan sokaklarda.  Bir yandan da fotoğraf çektim durdum tabi. Yürüdük, yürüdük. Sonra tepede bir değirmen gördük.  Ama geriye sadece değirmenin temel taşları kalmış.  Değirmen'in hemen yanında ise Sevim ve Necdet Kent kitaplığı vardı. Bilgi için http://www.rmk-museum.org.tr/cunda/ sitesi'ne  bir göz atabilirsiniz. Manzara o kadar güzel ki insanın büyülenmemesi imkansız. 
Kitaplık gezildi, manzarada fotoğraflar çekinildi. Artık aşağıya inmenin vakti gelmişti. Ne de olsa hava biraz soğumaya başlamıştı. Çok duramadık haliyle. Mis gibi taş fırın ekmeği kokan bir sokakta minicik, tatlı bir fırın vardı. Simit alalım dedik ama simit yokmuş. Fırıncı bize taptaze sıcacık bir ekmek verdi. Ekmek bir güzel paylaşıldı, afiyetle yendi.  Abartmıyorum hayatımda yediğim en güzel ekmekti. Sonra merkeze geldik. Meşhur  Taş Kahve'den çay içmemek olmazdı. Taş Kahve'nin duvarları sarımsak taşından yapılmış ve rengarenk camlı büyük pencereleri vardı. İçerisi kalabalıktı ve sıcacıktı. Kahve'nin tam ortasında soba yanıyordu. Sıcacık çaylar içildi. Tarçınlı elmalı kurabiyeler de yendi. Dönüş vakti gelmişti...







3 Ocak 2016 Pazar

Ah İstanbul...


 Yaklaşık bir buçuk yıldır İstanbuldayım. İyisiyle kötüsüyle birçok anım oldu bu şehirde.Hayalini bile kuramayacağım bir yerde çalıştım, Güzel insanlarla tanıştım. Ama hep özledim. Arkamda bıraktığım şehri, dostlarımı,sokakları, tanıdığım kitapçıları özledim.  Bir türlü sevemedim, ısınamadım bu şehre. Kalabalığı çok sevmeyen ben insanların içinde yalnız hissettim. Ne Kız kulesi ne Galata ne de  Boğaz güzel görünüyor gözüme. Bazen haftalar oluyor denizi görmüyorum. Sokaklarında yürürken, bir cafede otururken bir tanıdığa rastlaşırım da halini hatırını sorarım umudu bile yok içimde. Çok şehir değiştirdim küçüklüğümde. Hep alıştım yenisine. Alışmak zorundaydım ama bu sefer alışamadım işte...