"Düşündüm de, insan kendi yaşamının yağmurlarında ıslanma fırsatını kaçırmamalı." -Charles Bukowski-
19 Aralık 2016 Pazartesi
10 Aralık 2016 Cumartesi
Yirmi altı yaşına basmış biri olmanın anlamı nedir insan hayatında?
Tarık Tufan'ın "Ve Sen Kuş Olur Gidersin" adlı romanını okudum geçenlerde. Şu paragrafı ise bilmem kaçıncı kez okudum. Altını çizdim güzelce.
“Yirmi altı yaşına basmış biri olmanın anlamı nedir insan hayatında? Henüz çok gençsin yaşamaya bak mıdır? Artık yetişkin bir insan oldun yaşamına bir düzen ver midir? Bu yaşlar insanın en güzel yaşları mıdır? En güzel çağlar sona erdi midir? Ah ben şimdi o yaşta olacaktım! mıdır? Her neyse işte o yaştaydım. Üniversiteyi bitirmiş, hayata biraz daha donanımlı başlama fırsatı yakalamış (bundan hiçbir zaman emin olamadım) iyi bir iş sahibi olmuş bir gençtim işte.”
İnsan bu paragrafın üstüne yutkunamıyor.
“Yirmi altı yaşına basmış biri olmanın anlamı nedir insan hayatında? Henüz çok gençsin yaşamaya bak mıdır? Artık yetişkin bir insan oldun yaşamına bir düzen ver midir? Bu yaşlar insanın en güzel yaşları mıdır? En güzel çağlar sona erdi midir? Ah ben şimdi o yaşta olacaktım! mıdır? Her neyse işte o yaştaydım. Üniversiteyi bitirmiş, hayata biraz daha donanımlı başlama fırsatı yakalamış (bundan hiçbir zaman emin olamadım) iyi bir iş sahibi olmuş bir gençtim işte.”
İnsan bu paragrafın üstüne yutkunamıyor.
7 Aralık 2016 Çarşamba
Bazen.
Geri alınamayacak kadar yanlış bir şey söylemiş gibi hissediyorum bazen kendimi. Kimsenin ölmediği bir cinayet işlemiş gibi. Hiç uğramamam gereken bir limana uğramış, çalmamam gereken bir kapıyı çalmış ya da ne bileyim, atlayıp geçmem gereken bir pazartesinin üstüne basmış gibi mesela.
-Gökhan Özcan-
22 Kasım 2016 Salı
Paulo Coelho'dan...
Kendi arzuladığımız kişi değiliz. Toplumun talep ettiği kişiyiz. Anne babamızın istediği kişiyiz. Kimseyi hayal kırıklığına uğratmak istemeyiz, sevilmeye çok ihtiyacımız vardır. İşte bu yüzden en iyi yönlerimizi bastırırız. Rüyalarımızın ışığı olarak gördüğümüz şey yavaş yavaş kabuslarımızın canavarına dönüşür. Gerçekleştirmediğimiz şeyler, yaşamadığımız olasılıklardır bunlar.
5 Kasım 2016 Cumartesi
Aşkı bilmiyorum...
Aşkı bilmiyorum.
Kimi zaman tanımlanması en zor şey gibi geliyor, kimi zaman avuçlarımın içinde yakalıyorum onu. Kimi zaman dünyadaki bütün acıları unutturur diyenlere katılıyorum, kimi zaman dünyanın bütün acılarına denktir diyenlere...
Yüzlercesini okudum kitaplarda ama aşkı bilmiyorum.
-Gökhan özcan-
27 Ekim 2016 Perşembe
16 Ekim 2016 Pazar
Bitmek bilmeyen uzun bir bekleyiş hali içindeyiz hepimiz
"Umutla olanın artık olmamasını, olmayanın olmasını bekleyenler var. Aş bekleyenler, iş bekleyenler, kısmet bekleyenler var. Şifasını, devasını bekleyenler var. Bin bir endişe ile akıbetini bekleyenler var. Mezuniyet bekleyenler, karne bekleyenler, emeklilik bekleyenler var. Borcunun bitişini, huzurun gelişini bekleyenler var. Baharı, yazı bekleyenler, mevsimi mevsime ekleyenler var. Eşini, evladını, ahbabını bekleyenler var. Sanki yirmi dört saat bir durakta otobüsün gelmesini bekleyenler var. Kapıların açılmasını, bahtının açılmasını, ufkunun açılmasını bekleyenler var. Sabahı bekleyenler, akşamı bekleyenler var. Bitmek bilmeyen uzun bir bekleyiş hali içindeyiz hepimiz. Biz böyle bekleyedururken şimdiki zaman ayaklarının ucuna basarak gelip geçiyor içimizden." -Gökhan Özcan
6 Ekim 2016 Perşembe
Ne zor savaş !
Yıllar geçtikçe kendi kendimi terk ettim. Başka bir insan, anne babamın olmamı istedikleri gibi biri olabilmek için ta içimdeki şeyi terk ettim. Kişiliğimi bıraktım, bir karakter edindim. Karakter, sen de bunu yaşayacaksın, dünyada kişilikten daha çok değer verilen bir şeydir. Bir karakter rolünü oynayabilmek için kişiliğimi terk etmemin kolay olduğunu sanma. Derinlerde bir yerde isyan etmeyi sürdürüyordum, bir yanım kendim olmayı sürdürmek istiyordu, öte yanımsa sevilebilmek için dünyanın gerektirdiği kurallara uyum sağlamak istiyordu. Ne zor savaş! –Susanna Tamaro
15 Eylül 2016 Perşembe
3 Eylül 2016 Cumartesi
27 Ağustos 2016 Cumartesi
En iyi bildiğim iştir yalnız kalmak...
İnsanlarla temas ya beni incitiyor ya onları.
iflah olmaz bir uyumsuzum. "
21 Ağustos 2016 Pazar
9 Ağustos 2016 Salı
24 Temmuz 2016 Pazar
18 Haziran 2016 Cumartesi
Romeo ve Juliet'in Şehri :" VERONA"
"Juliet'e Mektuplar"
filminde görüp aşık olduğum şehir Veronadaydık. Aralık ayının ortasıydı.
Milano'da kar ve buz gibi hava bizi karşılamıştı. Burada ise hava
güneşliydi, insanlar meydandaki cafelerde güzel havanın tadını çıkarıyordu.
Ben hala hayal mi görüyorum diye
düşünüyordum. Çünkü Verona'da olduğuma inanamıyordum. Juliet ve Romeo'nun şehri.
Tesadüfen izlediğim filmde görüp hayran kaldığım şehir... Havası mis gibi aşk ve şiir kokuyordu. Şehri
gezmek için çok heyecanlıydım.
Sabah parkta yaptığımız peynirli,
zeytinli kahvaltının ardından -maddi durumumuz
anca buna yetmişti :)- haritadan gidebileceğimiz yerlere bakıyorduk. Bence bir şehri keşfetmenin en güzel yanı saatlerce
yürümek. Yoruluyordunuz belki ama değiyordu.
Biraz yürüdükten sonra meydanda Arena Di Romano'yu gördük. Arena Klasik Roma
döneminden kalma, büyüleyici bir yapı. Yaz aylarında çeşitli tiyatro ve opera
dinletilerine ev sahipliği yapıyor. Yıllar evvel kim bilir hangi gösterilere, aşklara konu olmuştur. Merdivenlerden en
tepeye çıktığınızda şehrin rengarenk evlerini, insan seslerine karışmış
sokaklarını görebiliyorsunuz.
Bol bol fotoğraf çektikten sonra Arenadan çıktık ve
kendimizi yine sokaklarda bulduk. Tatlı mı tatlı, at arabalarının da geçtiği küçük
bir köprüdeydik. Manzara karşısında büyülenmiştim.
Verona hayal ettiğimden de güzel bir şehirdi. İtalya'nın ikinci büyük nehri olan
Adige nehri karşımdaydı. Tarihte birçok savaşa tanıklık etmiş olan nehir
sessizce akıp gidiyordu. Verona'nın kalbiydi. Geçmişte acılar çekse de, kırılsa
da yaşamaya devam etmişti. Dakikalarca
nehri izledik. Ayrılmak istemiyorduk köprüden.
Ama çok vaktimiz yoktu. Gitmeliydik.
Castelvecchio müzesine geldik
sonra. Müzede genellikle 14. yy.dan kalma heykeller, resimler, minyatürler ve
silahlar vardı. İnsan bir tuhaf hissediyor doğrusu. Geçmişi, yıllar önce yaşanılanları
merak ediyor, hayalinde canlandırıyor. Kendimi bu çağa pek ait
hissetmediğimdendir belki, geçmiş hep ilgimi çekmiştir. Woody Allen'ın
yönetmenliğini yaptığı "Pariste Bir Gece Yarısı" filmini de çok
sevmiştim bu yüzden. Filmin kahramanı da geçmiş dönemde yaşamak istiyordu.
Müzeden çıktığımızda karnımızın baya
acıktığını fark etmiştik. Erbe Meydanı'nda yürürken burnumuza küçük ama tatlı
bir dükkandan mis gibi pizza kokuları gelmişti. Dükkanın içinde devasa
büyüklükte çeşit çeşit pizzalar vardı. Hangi pizzaları yiyeceğimize karar
verdikten sonra yorgun ama mutlu bir şekilde pizzalarımızı beklemeye koyulduk.
Pizzalar o kadar lezzetliydi ki Roma'da bile böyle lezzetli pizzalar
yememiştik.
Erbe Meydanı ışıl ışıldı. Noel de
yaklaştığından her yer süslenmişti. Meydanın ortasında kocaman bir çam ağacı vardı.
Hediyelik eşya satanlar, turistler, kahve içenler... herkes buradaydı sanki. Meydanın
arka sokağında Via Capolla 'da ise daha büyük bir kalabalık vardı. Biraz yürüdükten
sonra Juliet'in evine gelmiştik.
İtalyanca adıyla La Casa Di Giulietta'ya . Juliet'in Romeo'ya seslendiği meşhur
balkonda turistler sırayla fotoğraf çektiriyordu. Bahçede Juliet'in bir de
heykeli bulunuyordu. Heykelin sağ göğsünü ellemenin de uğur getireceğine
inanılıyor. :) Evin duvarı ise
ziyaretçilerin aşk sözcükleriyle dolu. Duvarda boş yer kalmamıştı. Ne
de olsa Verona aşk şehri tabi.
Ne diyor Juliet :
-"Gel,
ey sevecen, kara kaşlı gece. Bana Romeo’mu ver. Öldüğümde, al da küçük
yıldızlara böl onu. Onlar göğü öyle bir süsleyecektir ki. Bütün dünya gönül
verip geceye, tapmayacaktır artık muhteşem güneşe."
Juliet'in evinden çıkıp, son durağımız
olan Teatro Romano'ya gittik. M.Ö 1.yy.dan kalma tiyatronun enfes manzarası
karşısında bir kez daha büyülenmiştik. Adige nehri yine tüm ihtişamıyla bize
bakıyordu. Yaz aylarında olsaydık burada bir konser izleme şansımız da olurdu
belki. Vakit nasıl geçti anlamadık. Verona'ya veda etmenin vakti gelmişti. Bir
sürü güzel anı biriktirmiş olmanın keyfiyle tren istasyonuna gitmiştik. Umarım yolumuz bir daha kesişir büyüleyici şehir Verona :)
16 Haziran 2016 Perşembe
Kimseler Görmedi Ömür Hanım...
"Gökyüzünü öpmek isterdim Ömür hanım, gözlerimle değil dudaklarımla. Yoruldum bulutları kirpiklerimde taşımaktan. Delilik mi dedin? Kim bilir...Belki de yerde sürünmenin bir tepkisidir bu, ya da ne bileyim bilinçsiz bir aykırı olmak duygusu. Gökyüzü de olmak isteyebilirdim değil mi? Kim ne diyebilir ki? Kimseler görmedi Ömür hanım, bu dünyadan ben geçtim."
21 Mayıs 2016 Cumartesi
Naifim ben. Bana bulaşmayın.
"Kavga etmeyi bilmiyorum. Gereksiz olan şeylere karşı bir isteksizlik, boş gördüğüm anlara ve işlere karşı bir tepkisizlik ile doluyum. Umrumda mı değil,yoksa umrumda ama söylesem de bir şeyler yapsam da faydası olmadığından mı bilmiyorum. Kavga etmiyorum. Küçüklüğümden beri gittiğim hiçbir okulda,hiçbir yaşta, hiç kimseyle kavga etmedim. Gerekli gördüğüm anlarda laf bile sokmam. Altından kalkamaz diye değil. Laf sokulunca açılan boşlukta dans eden tipler var. Buna katlanamam. Naifim ben. Bana bulaşmayın. "
Esra Köse.
19 Mayıs 2016 Perşembe
13 Mayıs 2016 Cuma
Robin Sharma'dan...
Kendi hayat yolculuğumu düşündüm, çocukluğumda karşılaştığım zorlukları, o yolculuk boyunca nerelerde tökezlediğimi; peş peşe başarısız ilişkilerimi; ne kadar uğraşırsam uğraşayım bana, benim kimliğime uyacak bir işi bir türlü bulamamış oluşumu. Belki de hayatımın bütün bu kusurları gerçekten mükemmeldi; her şey tam gerektiği gibi açılıyordu belki önümde; belki benim bir türlü göremediğim daha büyük bir plan vardı. Belki insan olarak bütün kusurlarım, yalnızca gelişmem için fırsatlardı. Bu düşünceler beni rahatlattı, içime bir anda huzur dolmasına neden oldu.
29 Nisan 2016 Cuma
İnci Aral'dan...
Boyumu aşan büyük hayaller kurdum. Sonra acı bir biçimde anladım ki benim yaşadığım süre içinde bunların gerçekleşme ihtimali yok. Dünya acımasız. Pek çok insan ancak bencillik ve canavarlıkla kendini güvence altına alabiliyor. Merhametli,onurlu ve uysal olanlarsa her zaman eziliyor. Ben kusursuz doğmadım, acemi ve sakardım. İyi bir insan olmaya, vicdanımı temiz tutmaya çabalarken kırıldım. Hayat çok ince çok kırılgan.
20 Nisan 2016 Çarşamba
6 Nisan 2016 Çarşamba
26 Mart 2016 Cumartesi
12 Mart 2016 Cumartesi
Geçelim...
Sevgiyi sadece erkeğin kadını, kadının erkeği sevmesi olarak bilen ve anlayan insanlar,yanlış biliyorlar,yanlış anlıyorlar,yanlış yaşıyorlar. Ağacı sevmeyen, denizi sevmeyen, gökyüzünü, yıldızları ,yağmuru sevmeyen, yürümeyi, uçmayı, koşmayı, kelimeleri,hayatı sevmeyen biri, kendini sevmeyen biri bir başkasını nasıl sevebilir? Çok dar bir düşünce bu. Çok at gözlüğü, çok çok çok... Geçelim. Esra Köse
7 Mart 2016 Pazartesi
Ben Böyle İyiyim.
"Suskun sanıyorlar beni; değilim.Anlaşılmadığım ve anlamadığım bir dünyada kelimelere küsüm sadece.Yalnız sanıyorlar beni; değilim. Kimsenin kalabalığı olmadım ve kimseyi de kalabalık edemem bundan sonra dünyamda, bu da benim tercihim. Güvensiz sanıyorlar beni; değilim. Sadece kendi içimde kendime göre bir dengem var ve bir daha kırılırsam toparlanamama endişesi taşıyor yüreğim. Bu yüzden şimdilik sadece kendime güveniyorum. Anlamakta zorlandığım bir dünyada,anlaşılmayı zaten beklemiyorum. Ben böyle iyiyim." Uğur Gökbulut
3 Mart 2016 Perşembe
“Güzel şeyler de var bu hayatta, siz bir ağaca
bakınca ne görüyorsunuz bilmiyorum ama ben
vefa görüyorum, gülümseyişler, çoğalışlar,
güvenişler, toprakla can arasinda uzayıp giden
bir köprü görüyorum örneğin, bu hayatta güzel
şeyler oluyor, sizin göremediğiniz zamanlarda
ben hafızama kaydediyorum tüm olup biteni.
reddettiklerinize bakınca ne çok şey kaçırdığınıza
hayıflanıyorum sizin için. yanılgılar bize neler
öğretiyor anlatamam, ama ödünç aldığımız
zamanlardan çalmayı hiç istemem, hatta ben
ödünç şeyleri hiç sevmem, belki bu yüzden
sevdiğim hiçbir şey benim olsun istemedim.
sahip olmak gibi tutkular edinmedim. ben
kendimi bile sahiplenemem. güneşi, yıldızları,
kuşları, çiçekleri… hatta sevinçlerimi koy bir
tarafa, acılarımı bile sahiplenemem ben. bu
yüzden sevdiklerim uzağımda kaldıkça onları
daha çok sevebileceğime inandım hayatım
boyunca, şimdi sevmenin ne zor olduğunu ve
hayatımı bu zorluklar uğruna feda ettiğimi
görüyorum, ben dünyaya yanlışlıkla gelmedim
ama yaşamayı doğru yerden anlamadığıma
eminim, şimdi soruyorum bu kadar güzelliğin
arasinda bu biçimsiz kınklıkğımı nereye
bırakayım. bu hayatta çok güzel şeyler oluyor.
ve hiçbiri bana benzemiyor.. “
27 Şubat 2016 Cumartesi
24 Şubat 2016 Çarşamba
20 Şubat 2016 Cumartesi
18 Şubat 2016 Perşembe
11 Şubat 2016 Perşembe
28 Ocak 2016 Perşembe
Yakamoz...
Ev kuşuyduk biz. Radyo dinlerdik, çay içip bisküvi yerdik, bu da yetmezdi bisküvimizi çaya batırırdık. Gülüşümüzün bütün dişleri tamamdı da gençliğimizin üç dişi eksikti. Barış Bıçakçı
19 Ocak 2016 Salı
Belki kafeyi değil de ...
Zaragoza'da yaşarken, özellikle öğleden sonralarını iple çekerdim.
Bir güzel giyinir, süslenir, İspanyolca kitaplarımı da alır o çok sevdiğim
kafeye giderdim. Genellikle aynı masaya otururdum. Kafe mis gibi kahve ve tatlı
kokardı. Bazen canım çekerdi kakaolu kek yerdim. Sütlü kahvemi de söyler (
artık ben söylemeden anlıyor ve un cafe con leche? diyorlardı.) sandalyeme
kurulurdum. Yalnızlığı orada daha çok sevdim . Yaşadığım anın tadını
çıkarırdım. Dersleri, sınavları, aşkı, işi gücü düşünmez, İspanyolca şarkılar
dinler hayaller kurardım . Kafeye girip çıkanları izler, konuşmalarını anlamaya çalışırdım. Hemen iki masa önümde Araplar olurdu. Bazen yüksek sesle konuşurlardı
ama o bile rahatsız etmezdi beni. Ne zaman
gitsem oradalardı. Yaklaşık 5-6 kişiydiler. Çalışmıyorlardı heralde. Bir tanesi
her gün aynı yerinde şarabını içerdi. Bazen yan gözle okuduğum kitaplara
bakarlardı. Onlar da bu kız neden hep burada. Ne okuyor acaba
demişlerdir büyük ihtimalle. Çünkü en son bir tanesi gelip benimle konuşmuştu
ama iki gün sonra Türkiye'ye dönmüş, onlar için gizemli kız olmuştum. :) Neyse sözün kısası bir
kafeyi özleyeceğim hiç aklıma gelmezdi. Ama ben çok özlüyorum orayı. Belki kafeyi
değil de bana yaşattığı huzuru özlüyorumdur.
17 Ocak 2016 Pazar
Esra Köse'den...
Ben daima kenarda kıyıda olmak istedim. Ortasında olmadım hayatın. Birinin arkasından yürür gibi yaşadım hep. En önde değil. İkinci üçüncü sırada olmayı sevdim. Korktuğumdan değil. Buna mahkum edildiğimden değil. Beni ortaya itenlere rağmen ben geride durmayı sevdim. Ben istedim bunu. Evlenmek anne olmak istemedim hiç. Ben her zaman bu dünyaya teyze olmak için gelmişim gibi hissettim. Senden harika bir öğretmen olur dediler. Bense bildiklerimi dahi ara sıra söylerim. Söylemezsem yanlışın ortağı olacakmış gibi hissettiğimde,içim içime sığmadığında.. Ben böyle biriyim. Fazlasını istemedim. Arka sırada oturmak yetti bana. Hayal ettiğim istediğim mutlu olduğum yer burası.
4 Ocak 2016 Pazartesi
Cunda Adası
Her Balıkesir'e gidişimde mutlaka
Ayvalığa uğrarım. Cunda Adası'na ise en son ilkokuldayken, sınıf gezisi ile
gitmiştim. Ah bilemedim ki neden bu kadar zamandır gitmedim. Ne büyük
pişmanlık. Ama bu hasret iki gün önce sona erdi. Hava buz gibi değildi. Cunda'ya gitmek istiyorum diye tutturdum. Kimse gelmeseydi de tek başıma gidecektim
zaten. Annem, teyzem ve iki arkadaşı ile atladık arabaya ve soluğu Cunda'da
aldık. Ben bi heyecanlandım tabii. Yaklaşık yarım saat sonra Cundadaydık. Hava mis gibi deniz ve balık kokuyordu.
Sahilde onlarca kedi balıkçı teknelerinin önünde dizilmiş, balık yemeyi
bekliyorlardı. Çok kalabalık değildi, sessizdi,sakindi. İşte 'Huzur' bu
demekti. Aylarca aradığım, zaman zaman yakaladığım ama yine kaybettiğim şey.
İnanılmaz mutluydum. Artık Cunda'yı keşif vaktiydi. Hediyelik eşya
satıcılarının arasından ilerleyerek (tabi dükkanlara girildi, hediyeler alındı)
dar sokaklarda bulduk kendimizi. Birbirinden güzel, kim bilir hangi
yaşanmışlıklara tanık olmuş Rum evleri, şimdi artık müzeye dönüşmüş olan
Taksiyarhis kilisesi, rengarenk kapılara sahip olan mekanlar, metruk evler tam
karşımızda duruyordu.
Başladık yürümeye. En çok da böyle sokaklarda yürümeyi
seviyorum işte ben. Bana tarihi, geçmişi, yaşanmışlıkları anımsatan sokaklarda. Bir yandan da fotoğraf çektim durdum tabi.
Yürüdük, yürüdük. Sonra tepede bir değirmen gördük. Ama geriye sadece değirmenin temel taşları
kalmış. Değirmen'in hemen yanında ise Sevim
ve Necdet Kent kitaplığı vardı. Bilgi için http://www.rmk-museum.org.tr/cunda/
sitesi'ne bir göz atabilirsiniz. Manzara
o kadar güzel ki insanın büyülenmemesi imkansız.
Kitaplık gezildi, manzarada
fotoğraflar çekinildi. Artık aşağıya inmenin vakti gelmişti. Ne de olsa hava
biraz soğumaya başlamıştı. Çok duramadık haliyle. Mis gibi taş fırın ekmeği kokan bir
sokakta minicik, tatlı bir fırın vardı. Simit alalım dedik ama simit yokmuş.
Fırıncı bize taptaze sıcacık bir ekmek verdi. Ekmek bir güzel paylaşıldı,
afiyetle yendi. Abartmıyorum hayatımda
yediğim en güzel ekmekti. Sonra merkeze geldik. Meşhur Taş Kahve'den çay içmemek olmazdı. Taş
Kahve'nin duvarları sarımsak taşından yapılmış ve rengarenk camlı büyük
pencereleri vardı. İçerisi kalabalıktı ve sıcacıktı. Kahve'nin tam ortasında
soba yanıyordu. Sıcacık çaylar içildi. Tarçınlı elmalı kurabiyeler de yendi.
Dönüş vakti gelmişti...
3 Ocak 2016 Pazar
Ah İstanbul...
Yaklaşık bir buçuk yıldır İstanbuldayım. İyisiyle kötüsüyle birçok anım oldu bu şehirde.Hayalini bile kuramayacağım bir yerde çalıştım, Güzel insanlarla tanıştım. Ama hep özledim. Arkamda bıraktığım şehri, dostlarımı,sokakları, tanıdığım kitapçıları özledim. Bir türlü sevemedim, ısınamadım bu şehre. Kalabalığı çok sevmeyen ben insanların içinde yalnız hissettim. Ne Kız kulesi ne Galata ne de Boğaz güzel görünüyor gözüme. Bazen haftalar oluyor denizi görmüyorum. Sokaklarında yürürken, bir cafede otururken bir tanıdığa rastlaşırım da halini hatırını sorarım umudu bile yok içimde. Çok şehir değiştirdim küçüklüğümde. Hep alıştım yenisine. Alışmak zorundaydım ama bu sefer alışamadım işte...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)