"Düşündüm de, insan kendi yaşamının yağmurlarında ıslanma fırsatını kaçırmamalı." -Charles Bukowski-

4 Ocak 2016 Pazartesi

Cunda Adası



Her Balıkesir'e gidişimde mutlaka Ayvalığa uğrarım. Cunda Adası'na ise en son ilkokuldayken, sınıf gezisi ile gitmiştim. Ah bilemedim ki neden bu kadar zamandır gitmedim. Ne büyük pişmanlık. Ama bu hasret iki gün önce sona erdi. Hava buz gibi değildi. Cunda'ya gitmek istiyorum diye tutturdum. Kimse gelmeseydi de tek başıma gidecektim zaten. Annem, teyzem ve iki arkadaşı ile atladık arabaya ve soluğu Cunda'da aldık. Ben bi heyecanlandım tabii. Yaklaşık yarım saat sonra Cundadaydık.  Hava mis gibi deniz ve balık kokuyordu.                                                                          

Sahilde onlarca kedi balıkçı teknelerinin önünde dizilmiş, balık yemeyi bekliyorlardı. Çok kalabalık değildi, sessizdi,sakindi. İşte 'Huzur' bu demekti. Aylarca aradığım, zaman zaman yakaladığım ama yine kaybettiğim şey. İnanılmaz mutluydum. Artık Cunda'yı keşif vaktiydi. Hediyelik eşya satıcılarının arasından ilerleyerek (tabi dükkanlara girildi, hediyeler alındı) dar sokaklarda bulduk kendimizi. Birbirinden güzel, kim bilir hangi yaşanmışlıklara tanık olmuş Rum evleri, şimdi artık müzeye dönüşmüş olan Taksiyarhis kilisesi, rengarenk kapılara sahip olan mekanlar, metruk evler tam karşımızda duruyordu.
 Başladık yürümeye. En çok da böyle sokaklarda yürümeyi seviyorum işte ben. Bana tarihi, geçmişi, yaşanmışlıkları anımsatan sokaklarda.  Bir yandan da fotoğraf çektim durdum tabi. Yürüdük, yürüdük. Sonra tepede bir değirmen gördük.  Ama geriye sadece değirmenin temel taşları kalmış.  Değirmen'in hemen yanında ise Sevim ve Necdet Kent kitaplığı vardı. Bilgi için http://www.rmk-museum.org.tr/cunda/ sitesi'ne  bir göz atabilirsiniz. Manzara o kadar güzel ki insanın büyülenmemesi imkansız. 
Kitaplık gezildi, manzarada fotoğraflar çekinildi. Artık aşağıya inmenin vakti gelmişti. Ne de olsa hava biraz soğumaya başlamıştı. Çok duramadık haliyle. Mis gibi taş fırın ekmeği kokan bir sokakta minicik, tatlı bir fırın vardı. Simit alalım dedik ama simit yokmuş. Fırıncı bize taptaze sıcacık bir ekmek verdi. Ekmek bir güzel paylaşıldı, afiyetle yendi.  Abartmıyorum hayatımda yediğim en güzel ekmekti. Sonra merkeze geldik. Meşhur  Taş Kahve'den çay içmemek olmazdı. Taş Kahve'nin duvarları sarımsak taşından yapılmış ve rengarenk camlı büyük pencereleri vardı. İçerisi kalabalıktı ve sıcacıktı. Kahve'nin tam ortasında soba yanıyordu. Sıcacık çaylar içildi. Tarçınlı elmalı kurabiyeler de yendi. Dönüş vakti gelmişti...







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder